28 Temmuz 2008 Pazartesi

Emre Aydın'la Röportaj...!

- Sembolizmi sıklıkla kullanıyorsun. “Sil gözünün yalnızlıklarını”, “Kaybettim bugün kendimi, hükümsüzdür” vs… Kelimeleri sembollere saklamanın, kendini saklamak istemenle ilgisi olabilir mi?

Sadece yeni dönem rock müzikte, alternatif müzikte değil, edebiyatın içinde de İkinci Yeni akımının getirdiği bir şey aslında bu. Ben o tip metaforlara, simgelere başvursam dahi, yalın bir anlatım kullanıyorum. Dinleyici olarak çok kapalı şeylerden hoşlanmıyorum.

-Afili bir yalnızlıktan bahsediyorsun; ama şarkıların biraz da kendini bencilleştirdiğin, kendini kendine sakladığın hissi veriyor.

Evet. Zaten albümde “Evet, kendimi kötü hissediyorum. Depresyona yakınım. Yalnızlıktan çok bunalmışım. Ama sürünmüyorum.” durumu var.

-Acılarınla dalga geçebilecek kadar olgunlaştın mı?

Kusurlarımla dalga geçiyorum. Ama acılarımla dalga geçecek kadar olgunlaşmadım galiba.

-Türkiye’deki rock dinleyicisi, müzik kadar nitelikli sözlerin de peşinde. Leonard Cohen, Nick Cave, Bob Dylan ne kadar rağbet görüyorsa, Feridun Düzağaç, Mazhar Alanson, Bülent Ortaçgil gibi isimler de o kadar çok dinleniyor. Senin ufkunda da bu limanlar var mı?

‘Melodisi belli olsun diye’ söz yazıldığını hissettiğim vakit o albümü bir daha dinlemem. Müzik tarihinin gelişimi de aslında bunu kanıtlıyor. Bob Dylan’dan Âşık Veysel’e, Nick Cave’e kadar bir şeyler anlatan isimler var. Bahsettikleriniz çok değerli isimler. İnşallah onlar kadar kalıcı olabilirim.

-En büyük derdin ne?

Bir sonraki albümü, bir öncekinden daha iyi yapabilmek.

-Kendinle ilgili?

Bazı şeyleri fazla düşünüyorum. ‘Birini incittik mi?’ diye çok düşünürüm. Onun dışında dağınığım biraz.

-Yalnızlık hayatının neresinde duruyor? Sığınabileceğin bir noktada mı?

Yoğun bir günün ardından eve gidip en azından bir iki saat yalnız kalmak istiyorum. O bir kaçış galiba. Evde üç kişi kalıyoruz. Kapımı kapatıp yalnız kalmak istiyorum. Ama sürekli yalnız kalmaktan ve yalnız yemek yemekten hoşlanmıyorum. Gün içinde çok fazla ilişkimin olmaması beni rahatsız etmiyor yine de.

-Bugünlerden itibaren bu şansın pek yok. Birçok albüm ve klip listesinin zirvesindesin. Bu, yalnızlığını, kendinle başbaşalığını inkıtaya uğratır mı?

Biraz uğratıyor tabii. Gündelik telaş içinde çok fazla bir şeye vaktiniz kalmıyor. Bir ay önce hevesle bir kitap almıştım. Ona yeni başlayabildim.

-O kitap neydi?

Jön Türkler, İttihat ve Terakki üzerine. Edebiyat üzerine bir şeyler okumuyorsam eğer, popüler tarih okuyorum.

-Kimleri okursun?

Edip Cansever’i çok severim. İkinci Yeni şairlerinin neredeyse tamamını severim. Bir, Ece Ayhan’a alışamadım. Hâşâ, başarısız demek haddime değil. Şiirinin sesini alamadım henüz. Attila İlhan sevdirdi bana şiiri. Hece ölçüsüyle yazan belki de en büyük Cumhuriyet şairi. Üniversite yıllarında Bukowski’ler ve Nietzsche çevirilerinin üzerinde duruyordum.

-Şiirlerin ve şarkıların arasında ciddi bir ayrım var.

Çok doğru. Bence bu olması gerekiyor. İkisi çok başka şeyler bence. Tamam, ikisinde de söz yazıyorsunuz. Ama şarkı yazarken ister istemez hece ölçüsüne uymak zorundasınız. Melodi bunu diretir. Şiirde ister yapar, ister yapmazsınız. Müzikte nasıl ki ‘sound’ var, tınlama ve kapalılık-açıklık var. Şiirin de bu hassasiyetleri var. Şarkı yazmak daha zor; ama ikisini ayırmaya çalışıyorum.

-Şiirlerin daha dağınık duruyor. Şarkı sözlerini derleyip toparlayan yalnızca müzikal gücün mü? Yola müzikten mi, sözden mi çıkıyorsun?

Benim kafamda öncelikle tema vardır. Söz de, müzik de öncelik taşıyabilir. Ama daha şarkıyı yapmadan önce, ne hakkında yapacağımı biliyorum. Önce müziğini yaptıysam bile hangi kelimeleri kullanacağımı bilmiyorum; ama ne anlatmış olacağımı biliyorum. Şiirdeki dağınıklık biraz da sıkılmayla ilgili.

-Sence sözün müzik içindeki ağırlığı ne?

Yarı yarıya galiba. Hatta elli bire, kırk dokuz diyebiliriz. Söz olmasaydı, Âşık Veysel olmazdı. Besteler çok güzel; ama o düşük teknolojik şartlarda net kaydedilememiş. Bazen sazın ne çaldığı belli bile olmuyor. Ama öyle sözleri var ki… Ben hiçbirinin diğerinin önüne geçmemesine uğraşıyorum.

-Şiirlerini okuduğum zaman Bukowski’deki ‘kentli umursamazlığı’ dikkatimi çekti. Albümünde de bu var. Şiir dışında roman okur musun? Ve kimleri dinlersin?

Saplantılı olduğum bir grup yok. En çok Placebo’yu seviyorum. ‘Brit pop’ dinlerim. İsim vermek gerekirse Depeche Mode dinliyorum şu anda. Jay Jay Johanson severim. Alternatif grupları takip ediyorum. Türkçe en çok dinlediğim grup Vega’dır.

-Vega’dan Tuğrul Akyüz’le çalışmak, rahat hissettirdi mi?

Albümün kaydındaki ekip benim içimi her açıdan ferahlattı. Vega ve Gripin en çok dinlediğim gruplardır. Manga da çok başarılı bir gruptur. Edebiyatla ilgili olarak da abartılı bir Bukowski hayranlığım olmadı; ama her üniversitelinin okuduğu kadar okudum. Trevenian falan okudum. Umursamazlık değil de sinir durumu daha fazla galiba. Bukowski de aslında kızgın olduğu için umursamıyordur ya! Galiba şiirlere de kızgın olduğu için melankolik denebilir. Hatta umursamıyor değil de tersine, kızgın olduğu için umursamayan...

-Burada bir güç gösterisi mi var?

Esasında güçsüzlüğü örtme güdüsü de olabilir.

-Güçsüzlüğü anlatma iradesini göstermek başlı başına bir gücün ifadesi değil mi?

Evet, tam olarak böyle galiba.

-‘Afili Yalnızlık’ albümünün karakteristiği hakkında çok şey yazılıyor. Ama en önemlisi senin ne söylediğin. Bir pop-rock albümü bu. Türkiye’de sanat gelişmiş olsa buna pop albümü diyebilirim. Ama pop albümü dediğiniz zaman başka yerlere gidiyor. Çünkü insanların pop olarak tanıdıkları müzikler bambaşka. Bu albümde yeni bir elektronik akımı denedik. Yalnızlık albümü. Tematik bir albüm. Ben tamamen tüketmek istediğim şeyi yapmaya çalıştım. Müziğin en fazla beşinci dinleyişte algılanması taraftarıyım. O yüzden biraz rahat. Ama bu ucuzluk olarak algılanmasın.


-Senin tüketimin bir yana, dinleyicinin çabuk tüketeceği bir albüm yapmamışsın. İçi boş albümlerin satıldığı bir ortamda albümünün bu kadar çok satılmasına nasıl bakıyorsun?

Onu video klipe bağlıyorum. Video klipin sanatsal bir niteliği olduğunu düşünüyorum. Kısa film niteliğinde bir şey yaptık. Şebnem Dönmez’in oyunculuğu inanılmaz etkili oldu. Bir de ekibe bağlıyorum. İyi bir şey yapmışsanız, yerin yedi kat dibine gömseniz bile o bulunur. O endüstriyel bayağılık bizi kamçıladı. Mühim olan yirmi, otuz yıl sonra ömrümüz varsa oturup “O dönemin şartlarında yüzümüzü kızartmayacak, güzel şeyler yapabilmişiz” diyebilmek.

-Bu kadar erken ve bu kadar büyük rağbet göreceğini düşünür müydün?

Ben daha uzun sürer diye düşünmüştüm.

-Endüstrinin parçası olana dek, kendin için üretiyorsun. Ama parçası olduktan sonra var olan yapıyı da dikkate alman gerekiyor. Belki daha vahimi, belli bir sürede üretmek zorunda olman. Bu seni rahatsız edecek mi?

Senede bir albüm yapma gibi düşüncemiz yok. Sistem sizi zorluyor; ama ben hayatta içime sinmeden getirip de sunmam. 6. Cadde albümünü yaptığımız zaman 21 yaşındaydık. Dinlettiğimizde her kafadan başka bir ses çıkıyordu. Gördüm ki bu çok da anlamlı bir şey değil. Çünkü pazarın talebini bilmiyorum. Bu albümün şarkılarını ev arkadaşlarımdan başka kimseye dinletmedim.

-Feridun Düzağaç, 2003’te ‘Orijinal Altyazılı’ albümüyle popüler kültürün göbeğine oturunca, kemikleşmiş hayran kitlesi gibi kendisi de bundan rahatsız olmuştu. Senin de 6. Cadde’den ve internetten dinleyici kitlen var. Bu kitle popülerliğine tepki verdiğinde, sen de ‘Nerede yanlış yapıyorum?’ der misin?

Yok. Feridun Düzağaç’ın ciddi ciddi dinleyicisi ve gözlemcisiyim. Orada ayrılıyoruz. Feridun Düzağaç zaten popüler olmak için bir şey yapmadı. Çok güzel videolar çekildi ve o albüm iyi yerlere gitti. Ama aynı Feridun Düzağaç’tı. Popülerliğin onu etkilemesine gerek yoktu. Kemik kitlenin rahatsızlığı zaten bakidir. Onlar her şeye kızıyor. Çünkü onlar hakikaten sizi çocuğu, abisi gibi görüyor. Müdahaleciler. Ne yapsanız kızarlar. Mesela videomda yokum diye kızdılar. Ben, dinlediğim insan yalnızca ticari bir iş yaparsa rahatsız olurum

-Klipte olmamak senin fikrin miydi?

Yönetmenimiz Yon Thomas’ın fikriydi. Senaryo da ona aitti. Film o kadar güzel akarken, gitarla görünelim istemedik.

-Bu, seni gizemli bir kişiliğe büründürürken, programlara çıkarak kendini çabuk mu deşifre ettin sence?

Yoo, hiçbir hesap yapmadık, ‘emreaydin.org’ sitesi bir seneden beri var. Ondan önce 6. Cadde’nin web sitesi vardı ve 6. Cadde’yle yaptığımız albümün kapağında da vardım. Ama klibi dönmüyordu televizyonlarda. Saklanma gibi bir stratejimiz olmadı.

-Sing Your Song’daki birincilikten sonra herkes sizden bir patlama bekliyordu. O albüm çıktı; ne var ki tanınırlık ve tiraj açısından beklentilerin oldukça aşağısında kaldı.

Albüm çıktıktan bir ay sonra plak şirketimiz Universal kapandı. 6. Cadde’nin başına bir albümün başına gelebilecek ne kadar kötü şey varsa geldi. Çok da bekletilmiştik. Hiçbir şey basılmadı, promosyonu yapılmadı. Biz de okula geri döndük.

-Üniversite hayatın İzmir’de geçmiş. Yalnızlığını demleyen faktörlerden biri İzmir olabilir mi?

İzmir’in öyle bir kimliği vardır. Hatay ve Göztepe’den sahile bakmak bile yeterlidir. İzmir’in bir havası vardı, İstanbul’un da başka bir havası varmış mesela. İzmir hüzünlüdür de, İstanbul buruktur.

-‘Afili Yalnızlık’ tematik bir albüm. Yalnızlık ve kendini bir arayış var. Ama bu arayıştan vazgeçip geçmişe sığınan bir yanın da var.

İster istemez hoşnutsuzluklardan bahsederken, geçmişe hep bir özlem vardır. Doğru tespit bence.

-Basamakları bu kadar hızlı çıkmaya başlarken, karşılaştığın dünya ile kurguladığın dünya arasında nasıl bir fark var?

Yaşamı kurgulamamaya çalışıyorum. Mümkün mertebe hepsinden kendimi soyutlamaya çalışıyorum. Arkadaşlarım aynı. Arkadaş sayım da azdır. Evimi de değiştirmeyeceğim. Mecidiyeköy’de üç arkadaş oturuyoruz. Biri gitarcım, biri de İzmir’den, üniversiteden beraber geldiğimiz arkadaşım. Kremalı bir beşerî topluluğun uzağındayım. Zaten yapım da buna çok müsait değil. Kokteyller peşinde koşturamam. Başka bir statüye de ait olmam. Ben mutluyken ‘Ne mutluyum’ diye şarkı yapacak biri değilim.

-Şöhreti bu kadar çabuk yakalamanın en kötü yanı kibrin baş belası hâline gelmesi. Seni dizginleyen mekanizmalar neler?

Ben işin mutfağını, müzikal yönünü daha çok düşünmeye çalışıyorum. Zaten çok düşünürüm bunları. Piyano edindim mesela. Vaktimi onunla geçiriyorum. Ufak ufak demo kaydetmeye başladık. Ben öbür tarafı unutuyorum zaten. Röportaj yapmazsam, farkında bile olmayacağım. Birisi gelip “Fena patladın oğlum.” diyor. “Gerçekten öyle mi?” diye soruyorum.

-İstiklâl’de yürüyebiliyor musun hâlâ?

Yürüyorum. Videomda yokum çünkü. Hakikaten müzik dinleyicisi tanıyor. İstiklâl’de fotoğraf çekimleri olduğu zaman, dikkatli bakınca fark ediyorlar. Hızlı yürüyerek sıyrılıyorum.

-İnternette patlayan şarkıcıların piyasaya çıktıklarında ayakta pek de kalamadıklarını görüyoruz. İnternette tanınıyor olmak, senin için dezavantaja dönüşür mü?

Döndü zaten. ‘Afili Yalnızlık’ şu anda internette en çok download edilen albüm. Bir de hitap ettiğimiz kitle, internet kullanan kitle. Oradan bir dezavantajımız var. Bu albümün her şarkısının arkasındayım. Sanatsal zevklerim açısından daha geri bir iş sunmayacağım.

-Albümün bütünlüğüne uyan, iyi bir cover seçimi yapmışsın. Umay Umay’dan dinlediğimiz ‘Hareket Vakti’ni seçme sebebin neydi? Diğer cover alternatiflerin nelerdi?

Şarkı, Barlas Erinç’in şarkısı. Umay Umay meşhur etmişti. Cover olacağı sonlara doğru belli oldu. ‘Üzerinde hiç oynanmasın’ diye düşünüldü. Bir tane Sezen Aksu şarkısı vardı aklımda. Sezen Aksu cover’ı çok yapıldı. ‘Yalnızlık Senfonisi’ni düşünmüştüm. Bayağı da aklımdaydı. Senfonik ve sert bir düzenleme düşünmüştük. Bunları söylemem ne kadar doğru onu da bilmiyorum. ‘Hareket Vakti’ benim seçimimdi ve dört tane farklı versiyon içinden bunu seçtik.

-Sana yönelik iki büyük eleştiri var…

‘S’ ve ‘ş’leri telaffuzum…

-Biri o, diğeri de gırtlak ve tavır itibarı ile Teoman’la benzerliğin.

Bunu kabul etmiyorum. Bence, mesela Feridun Düzağaç’a daha çok benziyorum. Kimse bunu söylemiyor. Söz ve müziğini kendisi yazması yönüyle Teoman benzerliğini kabul edebilirim. ‘Ş’leri telaffuzumla ilgili de kayıtta hataları telafi etme taraftarıyım her zaman. Konsere geldiklerinde “A, bu adam ‘ş’yi, ‘s’yi söyleyemiyor.” diyeceklerine şimdiden görsünler. Bunun için artikülâsyon kursuna gitmem gerek. Ama ben şikâyetçi değilim. Ben bu ülkede yerli ve artikülâsyon problemi olan beş büyük sanatçı sayabilirim.

-“İstenmiyor olmakla ilgiliyim.” diyorsun. Şimdi bu kadar istenirken, çelişkiler yaşıyor musun?

Bu, duruşunuzla ilgili. İnternet sitesinde bana ulaşanların çoğunun ‘Emre abi’ diye seslenmesinden çok memnunum. Oradaki ‘isteniyor olmak’ rahatsız etmiyor.

Hiç yorum yok: